Kadın yazarların Karadeniz`i

Öykülerin İstanbul ve Ankara`ya göre daha üstünkörü bilinen bölgeye bakması,

gündelik hayatın ayrıntılarını yansıtması, dayandıkları kültürel dokunun algılanıp

tanınması göz önünde bulundurulduğunda `Kadın Öykülerinde Karadeniz` adlı çalışma

çok önemli bir girişim

Oy Sürmene Sürmene

Kizlar giyer fermene

Fermenenin altında

İki gugulli meme

Karadeniz bölgesi için yeşilin bütün tonları diye başlayan onlarca tanımlama

yapıldı. Oysa tanıdıkça seversiniz bir kenti. Önünden geçtiğiniz bir yapının

hikâyesini öğrendikçe ya da sokaklarında dolaştıkça... Kadın Öykülerinde Karadeniz,

bu güzelliklerin öykü kişilerinin arkasından belirdiği, bambaşka hayatlara odaklı

bir kitap.

Önce Persler, Romalılar ardından Bizanslılar ele geçirir Karadeniz`i. Durmadan

büyüyen Osmanlı topraklarına katılması 1484 yılındadır. Ruslar kuzey kıyılarına

hakim olur. Karadeniz savaş, zafer ve yıkımlarla geçen tarihinin yükünü omuzlarında

taşır. Kentlerin adları, fiziki ve sosyolojik yapısı bu yükle çevrilidir. Uzun

ve sert tarihi renklerine yansır. Dik yamaçlar üzerinde uzanan bol oksijenli

yaylalar kimleri konuk etmemiştir ki.

Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi Efnan Dervişoğlu, Kadın Öykülerinde Ankara`dan

sonra bu kez Karadeniz`de okurla buluştu. Büyük bir emekle hazırladığı hemen

fark edilen seçkide yirmi üç kadın yazarın öyküleri yer alıyor. Yine bu diziden

daha önce de Hande Öğüt`ün derlediği Kadın Öykülerinde İstanbul çıkmıştı.

Öykülerin İstanbul

ve Ankara`ya

göre daha üstünkörü bilinen bölgeye bakması, gündelik hayatın ayrıntılarını

yansıtması, dayandıkları kültürel dokunun algılanıp tanınması göz önünde bulundurulduğunda

Kadın Öykülerinde Karadeniz önemli bir girişim. Haliyle konu şehirler olunca

yalnızca öykü yoluyla aktarılabilir duyguların peşinde, yeni bir yaklaşım ümidiyle

yola çıkarıyor okuyanı da.

Mevsimler var öykülerde. Mısır tarlaları var, güneşin altında aydınlık, rüzgârda

dalgalanan; sarp yamaçlar var, vahşi, derin; deniz var, inatçı, simsiyah duran.

Takaların poyrazda yelkenleri şişer, şenlikli mi şenlikli. Gölgeli fındık ormanları

delidir, kokular içinde, iç bayıltıcı. Kerempe Burnu`nda dalgalar minare boyundadır,

azgın mı azgın. Yağmur yağar sel alır. Konuşmayı şehvetle sever insanları...

Havada sürekli bir ıslaklık, bir türbe serinliği. Akşam olurken sobalar tutuşturulur,

duman kokusu dolaşır sokaklarda. Ağlar dolusu balık, bereket çıkar suyundan,

renk renk yeşil fışkırır toprağından. Kadınlar Surp Feneri, Samsun Limanı ve

Tokat yollarından, yaşamın hem zor hem de çileli olduğu kıyılardan, yalnız türkülerinden

tanıdığımız yaylalarından sesleniyorlar.

Sıralamayı biraz bozarak Aysel Özakın`ın tahlilleri derinlikli `Sessiz Bir Dayanışma`

ile başlayacağım. Özakın, ıssız bir Karadeniz kasabasından İstanbul`a gidecek

olan gece otobüsündeki genç bir delikanlının yolculuğunu anlatan öyküsünde,

suskun bir kız çocuğunun anne babasından koparılırken bile yakaladığı küçük

sevinçleri, acıları, fındık tarlalarındaki ırgatların maruz kaldıkları şiddeti

keskin bir gözlemle yansıtmış. Hiç bitmeyen göçün bin bir türlüsü vardır. Küskün

bakışlı küçük kız da istanbul`a gitmektedir. Özakın, sözcüklerin seçimindeki

arılık ve özenle vurucu bir doğallık ve öykü tadı yaratmış. Bölgesel, sınıfsal

durumların neden olduğu insanlık dramlarını ustalıkla açığa çıkaran, karakterlerini

yaşadıkları koşulların içinden anlatan öyküler neredeyse Karadeniz`in tüm şehirlerinde,

kasabalarında, evlerinde, kahvelerinde gezinmiş. Her biri bir fotoğraf keskinliğinde

bir atmosfer sunmuş.

Erendiz Atasü`Bayburtlu`da, kırık, yalnız insanın hayatı göğüsleme başarısını,

onun iç dünyasında dolaşarak yakalamış. Karadeniz`i okudukça, keşfettikçe gördüm

ki, kolayca kendini açmayan bir enerji, biraz sinsi bir kargaşa, dinamizm gizli.

Bazı öyküler, birkaç kuşak öncesinden günümüze insanların yaşamıyla ilgili bilgi

edinme durumundan öte, üzerinde şekillendiğimiz sosyal zeminin yaşamları belirleyen

dramatik özüne dokunuyor.

Şükrü Bey`in endişeleri

Hiç bir parkta oturup da yaşlı bir adamı dinlediniz mi? `Ben Sizi Çok Aradım

Şükrü Bey`in iki kahramanı, Şükrü Bey ve yaşlı adam, bir parktaki banka oturmuşlar,

konuşuyorlar. Öykü boyunca okur, yaşları kemale ermiş bu iki adamın geride bıraktıkları

hayatları, o hayatla ilişkileri, o banka oturana dek neler yapmış oldukları

konusunda doğrudan bilgi ediniyor. Öte yandan Şükrü Bey`in kişiliği, endişeleri,

kafasının derin köşelerinde saklı düşünceleri ustalıklı bir biçimde okura iletiliyor.

Zerrin Koç`un ördüğü diyaloglarla okur sanki o parktaki bir başka banka oturtuluyor,

kulak ucuyla Şükrü Bey`i dinliyor.

Semra Özdamar, kendini bildi bileli yaylaya çıkan yaşlı bir kadının artık gücü

yetmese de yaylacılara katılmasını anlatıyor. Çoluk çocuk rengârenk giysileri,

süslü sığır sürüleriyle düşerler yollara. Sivri kayalık bayırları tırmanırlar.

Sis basmasın diye dualar edip, molalar verirler. Emine kadın, yıllarca otlakta

orak sallamış olmanın, başka köylerden tanışlarını görmebilmenin coşkusuyla

yaylacılara yetişmeye çalışarak Zigana`nın zirvesine doğru düşe kalka yürür.

Bu onun son yaylaya çıkışı, `Kadırga`da Son Horon`udur.

Kevser Ruhi`nin `Kehribar Kadınlar`ında asırlık çınarların yapraklarının hışırtısı,

Uzunoluk Deresi`nin çağıldayıp giden şırıltıları arasında, isimleri kır çiçekleri

kadar sevimli ama yazgıları kahırlı kadınlar öykülerini bırakıveriyorlar ellerimize.

Leyla Ruhan Okyay, Anadoluhisarı`nın küçük balıkçı kahvesinde yaşlı balıkçıların

sigaralarını tüttürerek birbirlerine anlattıkları, ağızdan ağıza dolaşarak büyüyen

bir öyküyü kaleme almış.

Diğer öykülere, fındık kabuğu unundan ekmek yapılan dönemler, mahalle fırında

sıraya girilen pazar sabahı geleneği, evlerin bahçelerinde pişirilen çilek reçelleri,

kocasını denize veren kadının yası, açık saçık türküler ama bıçak çektiren katı

muhafazakârlık, Rus pazarı, en uzun mesafesi yürümeyle yarım saat süren küçük

kasabalar, ağaç dallarına çıplak ampüller sarılmış çay bahçeleri, koca koca

gemilerin yanaştığı liman konu olmuş. Geleneksel yaşam biçimi silikleşse de

tamamıyla kırılmamış, eskinin izleri net bir fotoğraf olarak duruyor. Allı yeşilli

balıkçı takaları günümüzde motorlu, dillere destan balıkları azalmış, önüne

otoyol yapsalar da kıyısı boyunca genişleyip daralan ormanları hâlâ gümbürtülü.

Buraya sığmayan, anmadan geçemeyeceğim öyküler ise Fatma N.`nin `Sema`nın Toprağı`

ve Müge İplikçi`nin `Yalnız`ı. Yeşim Ustaoğlu ise `Fatma Teyze` başlıklı sahici

anlatısı ile katılmış seçkiye.

Her bir öykü yaşadığı coğrafyanın biçimlendirdiği insanı anlatıyor. Buradan

hareketle bu Karadenizli öyküler toplamı başrole kentleri yerleştirerek bir

anlamda farklı bir tanıma fırsatı da sunuyor. Karadenizin dağınık kitaplarda

bulamayacağınız yüzünü. Buyurun, okuyun.

MÜNEVVER SOYLU(Arşivi) Radikal Kitap